Geçtiğimiz haftalarda “Korkarak Yaşayamıyoruz” adlı konu başlığının altında; Korkularımızın doğuştan mı geldiğini yoksa sonradan mı öğrendiğimizi irdelemiş ve nihayet hem doğuştan gelenlerin ve hem de sonradan öğrendiğimiz korkuların olduğuna gerek araştırmalar ve gerekse kendi yaşantımızdan örnekler göstererek kanaat getirmiştik.
***
Bu hafta ki konumuz elbette korkularımız değil ancak; Doğuştan mı yoksa sonradan mı sorusunu farklı bir konu ile tekrar işlemek istedim.
Bunun sebebi yaklaşık olarak iki haftadır uzun-kısa, vahim ya da o kadar da değil ancak farklı yaşantılara sahip birçok insan ile konuşma fırsatına eriştim. İster istemez kıyas yapma ihtiyacı hissettiğim bu hayatlar ve bilmediğimiz niceleri için uygun düşecek bir soruyu bu haftanın konusu olarak seçtim…
“Şans doğuştan mı gelir yoksa kişi şansını kendi mi yaratır?”
***
Hepimizin bu konu ile ilgili bir fikri var, bunu bildiğimden neredeyse eminim…
Birçoğumuz “Şanslı veya şanssız olduğumuza çoktan karar vermiş ve hayatımızı bunu biraz da kabullenerek idame ettirmekteyiz.”
Neden bazılarımız doğru zamanda doğru yerde iken, bazılarımızsa sürekli aksiliklerle boğuşmak zorunda…
“Dört ayak üzerine düşmek”, “Ballı” diye tabir edilen insanların özelliği ne?
***
O halde en baştan başlayalım…
Masal tadında olsun…
Bir kadın ve bir erkek birbirlerini severler ya da buna pek ihtiyaç duymadan evlenmeye karar verirler.
Bu durum; seçmiş ya da seçtirilmiş eşleri için biraz kumar, biraz da şanstır…
Daha sonra evliliğin olmazsa olmazı çocuk yapmaya karar verirler…
Yaparlar…
Çocuk, iki kişinin ortaklaşa karar verdikleri, kendisine sorulmadan dünyaya attıkları ve ebeveyn rolündeki iki insanın himayesinde yetişmek zorunda olan evliliğin bir meyvesidir.
Anne ve babasının verebildikleriyle yetinmek zorunda olan çocuk için, çocukluğu ve gençliğinin bir dönemi artık şansa kalmıştır.
Ayrı bir çiftin oradan oraya savrulan bir meyvesi…
İçinde huzur olmayan bir evde yaşamak zorunda olan bir çocuk…
Sevgisiz ve belki de yalnız olabilir…
Ancak…
Doğuştan şanslı değil ise, bunu değiştirmek mümkün değil mi?
Profesör Richard Wiseman bu sorunun cevabını sadece düşünmekle kalmamış ve ulusal bir gazeteye ilan vererek kendini şanslı ve şanssız hisseden insanların onunla irtibata geçmesini istemiş. Ve sonunda araştırmasına yüzlerce kişi başvurmuş. Ve gönüllülerle basit bir deney yapmış. Hem şanslı hem de şanssız insanlara bir gazete vermiş ve onlardan gazeteyi iyice inceleyip içinde ne kadar fotoğraf olduğunu kendisine söylemelerini istemiş. Gazetenin ortalarında şu not varmış: “Deney görevlisine bunu gördüğünüzü söyleyin 250 dolar kazanın.”
Mesaj sayfanın yarısını kaplıyor ve yüksekliği beş santimetrenin üzerinde olan bir fontla yazılmış. Şanssız olduklarını iddia eden insanlar bunu fark edemezlerken şanslı olduklarını ileri süren insanlar ise hemen bunu fark edip görevliye notu göstermiş.
Araştırma sonucu şunu gösteriyor ki; “Şanssız insanlar genel olarak şanslı insanlardan daha gergindirler. Bu endişeli ruh hali, beklenmeyeni fark etme yeteneklerine zarar verir. Sonuç olarak fırsatları kaçırırlar çünkü başka bir şeyi aramaya aşırı odaklanmışlardır. Partilere, mükemmel eşlerini bulma düşüncesiyle giderler. Bu yüzden de iyi arkadaşlar edinme fırsatlarını kaçırırlar. Belli iş ilanlarını bulmaya kararlı bir biçimde gazeteleri incelerler ve diğer iş olanaklarını kaçırırlar. Şanslı insanlar daha rahat ve açıktırlar. Dolayısıyla yalnızca aradıklarını değil orada ne olduğunu da görürler.”
Şanslı olduklarını düşünen insanlar fırsat yaratma ve bunu fark etme konusunda beceriklidirler. Sezgilerini dinleyerek şanslı kararlar verebilirler. Olumlu beklentiler sayesinde doğru çıkan tahminlerde bulunurlar.
Profesör Richard Wiseman, çalışmanın sonuna doğru ilkelerin şansı yaratmada kullanılıp kullanılamayacağını merak eder. Bir grup gönüllüden bir ay boyunca şanslı bir insan gibi düşünüp davranmaya yardımcı olacak egzersizler yapmasını ister. Gönüllüler bir ay sonra döndüğünde neler olduğunu anlatır.
Sonuçlar çarpıcıdır. Bu insanların yüzde 80’i artık daha mutludur! Yaşamında daha çok tatmin oluyor ve belki de en önemlisi daha şanslılar ya da artık böyle hissediyorlar…