Üç yıl önceydi…
“Saplantı” adlı ilk kitabım çıkalı henüz 6 ay olmuş…
Sıcacık değil ancak yine de taptazecik…
Bir yerlerde duydum ki Edirne’de Kitap Fuarı olacakmış…
O yıl 2. si düzenleniyor…
Hiç katılmamak olur mu?
Elbette olmaz…
Hemen İstanbul’da ki yayınevimi aradım ve fuara katılıp katılmayacaklarını sordum…
“Katılamayız” dediler.
“Neden?”
“Çünkü fuara katılabilmemiz için belli sayıda yazarımızdan talep gelmesi gerekir. Edirne fuarı için talepte bulunan bir tek yazarımız sizsiniz.”
Haklılar…
Hem imzaladığımız sözleşmede de “İstediğiniz her fuara geleceğiz” diyen bir madde yoktu. Ben de sadece şansımı denemek istemiştim zaten…
Yayınevimin imzaladığımız sözleşmede de, katılacağına dair sözünü verdiği İstanbul TÜYAP ve İzmir TÜYAP fuarlarına da vakti geldiğinde peş peşe gidecek ve imza günü düzenleyecektik…
Ancak şimdi vakit, Edirne vakti…
Ehh…
Mademki yayınevim benim memleketime gelmiyor, o halde bu işi tek başıma yapacağım dedim kendi kendime…
Yaptım…
Yok, doğrusu YAPTIK olacaktı…
Çünkü tek başıma yapamadım…
***
Kime ve nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum…
Bir akşam ablam Sevcan ve onun eşi, haliyle benim de eniştem Beytullah Çobanlar ile otururken açıyorum bu meseleyi…
“Ya şu Kitap Fuarı’na katılabilsem ne güzel olacak.” diyorum…
Onlar da bahsettiğim Fuar’ın Edirne’de olduğunu öğrenince, Eniştem alıyor telefonu eline;
“Bu işi çözse çözse Elif çözer.” diyor.
***
Ertesi gün, Eniştemin eski iş arkadaşı ve daha sonrasında tayini çıkıp memleketi Denizli’ye gitmeden evvel çalıştığı Edirne Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nde ki Elif Davulcu’nun yanında alıyorum soluğu…
Kısa bir sohbetin ardından Elif bana bazı evrakların gerekli olduğunu söylüyor…
-Vesikalık fotoğraf
-Kitabımın ön ve arka kapak resimlerinin fotokopisi…
-Ve bir dilekçe yazmam gerekiyormuş. Dilekçeye, imza gününü, hangi gün ve saat aralarında istediğimi de ayrıntılı bir şekilde yazmam gerekli…
Bunlar aklımda kalanlar.
“Dilekçeyi birlikte yazarız. Sen diğer işleri hallet, gel.” diyor Elif.
“Tamam” diyorum…
Ertesi gün yine Elif’in yanındayım.
Dilekçeyi beraber yazıyoruz.
“İki gün peş peşe yazalım. İkişer saat.” diyor Elif.
“Bilmem ki.” diyorum. “İki gün verirler mi acaba?”
“Deneyelim” diyor.
Ardından da Edirne Belediyesi Binası’na gidiyoruz ve giriş kapısının hemen sağ tarafında kalan odaya giriyoruz.
İçeride birkaç memur…
Önlerinde kocaman bir defter…
Evrakları teslim ediyoruz…
Deftere telefon numaramı, ismimi yazıyorlar ve imzalamamı istiyorlar…
Yapıyorum…
“Biz sizi ararız.” diyorlar.
Belediye Binası önüne çıkıyoruz. Elif’e teşekkür ediyorum ve “Vaktini çaldım kusura bakma.” diyorum. Gülüşerek ayrılıyoruz.
***
İyi ki denemişiz. İstediğim iki günü ve ikişer saati kapıyorum Belediye’den.
Arayan memur telefonu kapatmadan az evvel diyor ki; “Gününüz geldiğinde kitaplarınızla birlikte ve yarım saat evvel Bellek Yayınları standında olursunuz.”
“Bellek Yayınları mı?”
“Evet, imza gününüz orada olacak.”
Nasıl yani?
Ama benim yayınevim “Sokak Kitapları Yayınları” diyemiyorum.
Neden mi?
Telefon kapanıyor çünkü…
“Bir masa ataydık köşeye bir yere. Ben fazla yer kaplamam zaten” de diyemedim.
Geri arayıp, talebimi iletmekte olurdu…
Yapmadım…
Fazla kurcalamamak lazımdı…
***
İmza günü vakti geldiğinde ise; daha önce yayınevimden talep ettiğim ve gönderdikleri 30 adet kitabımı bir bavula sığdırdım ve Ekmekçizade Kervansarayı’nın yolunu tuttum.
Bellek Yayınları’nı buldum. Omzumda bavulumla birlikte, kendimi tanıştırdım. Biraz erken gitmişim heyecandan olsa gerek, bavulu izin isteyerek orada bıraktım.
Önce fuar alanını gezdim.
Sonra dışarı çıktım.
Dışarıda öylece beklerken, bir arkadaşımı gördüm ve sohbet etmeye başladık.
Sohbet bittiğinde bir bakıyorum ki;
Offff 5 dk. geç kalmışım…
Büyük sorumsuzluk… Okuyucularım kapıya kadar kuyruk olmuş beni bekler… Ben ise çıkmış dışarıda… Çok ayıp!
Yok yok telaşa lüzum yok!
Kuyruk muyruk yok… Kimse yok!
Ama sağ olsun Bellek Yayınları’nın sahibi kitaplarımı güzelce dizmiş. İsmimin yazılı olduğu kağıdı önlerine koymuş. Teşekkür ettim zahmeti için…
“Ne kadar fiyat yazalım” dedi.
“5 TL” olacak dedim.
“5 TL az değil mi?”
Elbette az 312 sayfalık bir roman için…
Ama…
“Kitaba para veren insan da çok az.”
***
İmza günümün ilk gününde yanıma gelen eş-dost, arkadaş dışında hiç kimse tarafından ziyaret edilmedim.
Üzülmek değil de, hafif bir burukluk hissediyor tabii insan…
Ancak, ikinci günü müthiş bir şey oldu.
Önce iki genç kız durdu standın önünde…
Birisi eline kitabımı aldı…
Ve yanındaki arkadaşına “Aaa ben bu kitabı biliyorum. Bir arkadaşım okumuştu. Çok beğenmiş.” dedi.
Sonra bana döndü ve;
“Siz bu romanı okudunuz mu?”
“Evet” dedim gülümseyerek. “Yazarken ve yazdıktan sonra da yaklaşık olarak 20-30 defa okumuşumdur.”
Özür dilediler ardından da gülüştük…
İkisi de imzalı kitabımı istedi…
Hemen imzaladım…
Onları yolcu ederken, sohbetimizi mi? Kitabı mı? yoksa fiyatı mı? fark ettiler bilmiyorum ama kalabalık bir grup daha gelip teker teker kitaplarımı aldılar ve;
Bir mucize gerçekleşti…
Çok değil sadece yarım saat öncesinde önümde dizili dizili duran kitaplar artık yoktu…
Oysa ben, ilk imza günümün sakinliğinden yola çıkarak o akşam babama, beni fuar çıkışı alıp alamayacağını sormuştum. Ağır bir bavulla minibüse binmek zor olurdu…
“Alırım kızım” demişti.
Ben Bellek Yayınları’na hediye edecek kitap bile kalmadığından “Yarın sizin için evden kitap getireceğim” deyip standı terk etmek üzereyken…
Karşıdan gelen babam, ablam ve kardeşimi gülümseyerek ve de elimdeki boş bir bavulla karşıladım.
***
Şimdi diyeceksiniz ki;
“Madem bu kadar güzel geçti. Neden bir daha katılmadın?”
Katılacağım…
Aynı kitapla katılmak istemedim…
İkinci romanım tahminlerime göre 6. Kitap Fuarı’na yetişecek…
Her ne kadar Yerel Yazarlarına yeterince sahip çıkmayan bir şehrin fuarı da olsa…
Köşeye bir tarafa, bir elin parmağını geçmeyen yazarlarını oturtmasalar da…
Dilekçemi yazarım…
Fotokopimi arkalı - önlü çekerim…
Masa kabul ederlerse onu da hallederiz…
Olmazsa da canları sağ olsun…
***
Bir aksilik çıkmazsa eğer…
Yeniden ve 2. kez ordayım…