Dünyanın bilinen en eski Şarkısı’nın 3 Bin 404 Yaşında olduğunu biliyor muydunuz?
Ben bilmiyordum…
Merak ettim Google'a sordum ve öğrendim…
“Dünyanın bilinen en eski şarkısı (literatürde geçen adıyla “Bir Hurri İlahisi”), 1950′li yılların başında Suriye'nin kuzeyine rast gelen Ugarit şehrinde bulunan ve milattan önce 14. yüzyıla dayanan toprak tabletlerden çıkmış. California Üniversitesi'nde Asuroloji profesörlüğü yapan Anne Draffkorn Kilmer ise şarkının yorumunu, üzerinde tam 15 yıl çalışarak 1972 senesinde üretmiş.”
***
Çocukluğumuzdan itibaren, şarkılar hayatımızda önemli bir yer tuttu…
Aşkın ve acının henüz ne olduğunu bilmediğimiz o şanslı ve huzurlu dönemlerimizde bile, aşk şarkıları dinledik ve hüzünlendik…
Radyonun o cızırtılı sesleri eşliğinde, en sevdiğimiz şarkıları dinledik…
Yıllar geçse de bizi çocukluğumuza götüren ve bir nebze içimizi yumuşatan şarkıları duyduğumuzda hüzünleniriz…
***
Kimileri der ki;
Ruhun Gıdasıdır, müzik…
Sözleri Fakih Özlen'e, bestesi ise Muzaffer İlkar'a ait olan ve birçok sanatçı tarafından seslendirilmesine rağmen Zeki Müren ile özdeşleşen “Huysuz ve Tatlı Kadın” adlı muazzam şarkıda dediği gibi…
Şarkılar hep ya da uzun bir süre için, sadece bir kişiyi söyledi…
***
Keman sesi, klarnet, saz ve daha niceleri…
Yastığa başımızı koyduğumuzda, aklımıza gelen ilk şarkı…
Yolda yürürken, kulaklığın iki ayrı ucundan dinlediğimiz ve utanmasak bağıra çağıra yol ortasında söyleyebileceğimiz o ses, o müzik ve yine o şarkı…
Arabada ve seyir halindeyken dinlediğimiz ve son sese çok yakın, duymaktan ve de söylemekten usanmayacağımız şarkılar…
Bizim hep ruhumuzu doyurdular…
***
Ancak…
Dr. Nafiz Karagözoğlu ise; “Sadece ruhun değil, bedenin de gıdasıdır…” dedi.
21 Nisan 2011 günlü Takvim Gazetesi'nin kendisine ayrılan köşesinde şunları yazdı yıllar önce…
“…Tıbbın babası sayılan Hipocrates'in de 2 bin 400 yıl önce, bazı hastaları ilahi dinlemeleri için tapınaklara götürdüğü rivayet edilir. Eski kutsal kitaplarda, Davut Peygamberin, hasta Kral Saul'un depresyonunu tedavi için daha çocuk yaşta üne kavuşan güzel sesi ile Mezmur okuyup bir tür saz olan 'mizmar' çaldığı bilinmekteymiş. Müziğin tedavi aracı olarak en fazla kullanıldığı medeniyetler Selçuklu ve Osmanlı Medeniyetleri'ymiş.
Yine de müzikle tedavi yöntemi Osmanlılar döneminde zirveye ulaşmış. Başta Edirne olmak üzere Kayseri, Sivas, Amasya, Manisa ve Bursa'da tedavi yerleri kurulmuş.
Sultan II. Bayezid'in, Edirne'de 1488 yılında yaptırdığı darüşşifada hastalara su sesi ve müzikle tedavi yapılmasını emrettiği biliniyormuş.”