Cuma Sohbetleri

İSTİÂZE ALLAHA SIĞINMAK

Cuma Sohbetleri

Hz. Âişe anlatıyor: “Bir gece Allah Resûlü ayaklarını dikmiş vaziyette secde hâlindeydi ve 'Allah'ım! Gazabından rızana, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana tüm övgüleri saysam yine de bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin. ' diye dua ediyordu.”

Sözlükte “sığınmak, korunmak” anlamındaki avz (ıyâz, meâz) ile bu kökten türeyen istiâze aynı mânaya gelir.

Terim olarak her türlü kötülükten korunabilmek için sözle Allah’ın yardım ve himayesini istemeyi ifade eder ve bunun için “eûzü, maazallah” (Allah’a sığınırım), “neûzübillâh” (Allah’a sığınırız) ibareleri kullanılır.

Beşeriyetin yaşadığı ilk tecrübe, insanın bir himayeye, sığınağa en çok muhtaç olduğu ânı sahnelemektedir. Hani, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin, orada dilediğinizden bolca yiyin, ancak şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”  emrine muhatap olan insanlığın ebeveyni, Yüce Yaratıcı’nın “Şeytan sana ve eşine düşmandır. Sakın ola sizi cennetten çıkarmasın, yoksa sıkıntı çekersin!” uyarısını bir anda unutmuşlardı. Bu gafleti fırsat bilen şeytan ise bazı asılsız vaatlerle onları ayartmıştı. İlâhî sesi unutup kendilerine apaçık düşman olan şeytanın oyununa gelen Hz. Âdem ile Havva, Allah’ın “Birbirinize düşman olarak oradan aşağı inin. Yeryüzü belirli bir süreye kadar size barınak ve geçim yeri olacaktır.”  emriyle cennetten, “yüce” bir makamdan, daha aşağı bir makama, “dünya”ya düşmüşlerdi. Bir anda kendileriyle baş başa kalıveren Hz. Âdem ile Havva, yalnızlık ve çaresizlik içerisinde hatalarının farkına vardıklarında, “Rabbimiz, biz nefsimize yazık ettik. Şayet sen bizi bağışlamazsan hüsrana uğrayanlardan oluruz.” niyazıyla Rahmân’ın affına ve merhametine, O’nun sonsuz himayesine sığınmışlardı.

Hz. Âdem ve Havva’dan sonra Allah’ın insanlar için seçtiği tüm önderler, elçiler çeşitli vesilelerle Rablerine sığınmayı bir hayat tarzı olarak benimsemişlerdi. Hz. Nuh, hakkında bilgisi olmayan şeyleri Rabbinden istemekten yine Rabbine sığınmıştı. Hz. Yusuf hem kendisine gayri meşru bir birliktelik için ısrar eden hanımın çağrısı, hem de kardeşlerinden gelen haksız bir uygulama teklifi karşısında “Maazallah! Allah’a sığınırım.” demişti. Hz. Musa, kavmine karşı alaycı bir tavır takınarak cahillik etmekten,kendisini öldürmek isteyen Firavun gibi âhirete inanmayan kibirlilerden ve onların düşmanlıklarından Rabbi olan Allah’a sığınmıştı.

Yüce Yaratıcı, “Muavvizetân” olarak bilinen iki özel sûrede, Resûlü’nün (şahsında tüm inananların) şeytandan, şeytanî telkinlerden ve davranışlardan kendisine sığınmalarını istiyordu:

“De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!” 

“De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melik’ine (sahibine, hâkimine) insanların İlâh’ına sığınırım!” 

Allah Resûlü, Felâk ve Nâs sûrelerini okuyarak Allah’a sığınmayı prensip edinmiş, yatmadan önce kendisi mutlaka okuduğu gibi, yakınlarına da Allah’a sığınmada okunacak en güzel dua olarak bu iki sûreyi tavsiye etmişti. Çünkü Hz. Peygamber’in (sav) deyişiyle “insanın içinde, tıpkı bedenindeki kan gibi dolaşan” şeytan, insanı özünden uzaklaştıran, onu kirli işlere, taşkınlığa, günaha sürükleyen bir aktördür. Her insanla birlikte var olan ve hiç kimsenin içinden atamayacağı bu kötülükten kurtulmanın yolu, onu da yaratan Rabbe sığınmaktır

Sevgili Peygamberimiz, çeşitli vesilelerle ashâbına da öfkeli anlarında, hiddet telkin eden şeytandan Allah’a sığınmalarını öğütlemiştir. Mamafih bir defasında Hz. Peygamber’in yanında birbirine hakaret eden iki kişiden biri o kadar öfkelenmişti ki boyun damarları şişmiş, rengi değişmişti. Bunu gören Nebî (sav), “Ben bir söz biliyorum, eğer şu zât o sözü söylese, öfkesi mutlaka gider.” buyurduOrada bulunanlardan biri hemen adamın yanına giderek, Hz. Peygamber’in kastettiği “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.” (Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.) sözünü söylemesini tavsiye etti. Ne var ki adam (bu öğüdün büyüklüğünü anlamayarak) “Hasta gibi bir hâlim mi var? Ben deli miyim? Haydi, git işine!” karşılığını verdi.

Bir insan olarak Nebî (sav), beşerin başına gelebilecek her türlü hastalıktan, delilikten, cüzzamdan, alacadan, âcizlikten, ömrün sonunda bunamaktan Allah’a sığınırdı. Sade bir yaşam biçimini tercih etmekle birlikte o (sav), “Allah’ım! Fakirlikten, yokluktan ve zilletten sana sığınırım. Haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan da sana sığınırım.”  diye dua ederdi. Açlıktan, kötü kaderden ve şiddetli belalardan Allah’a sığınırdı. Abdullah b. Ömer onun duaları arasında şu cümleyi nakleder: “Allah’ım! Nimetlerinin yok olmasından, sağlığımın bozulmasından, ansızın gelecek cezandan ve öfkene sebep olan her şeyden sana sığınırım.” 

Hz. Âişe, Peygamber Efendimizin en çok günaha girmekten ve borçtan Allah’a sığındığını nakletmektedir. Müminlerin annesi, “Ey Allah’ın Resûlü! Borçtan ne kadar da çok Allah’a sığınıyorsunuz?” diye şaşkınlığını dile getirince, Peygamberimiz, “Borçlanan kimse konuşur ama yalan söyler; söz verir ama sözünü yerine getirmez.”  karşılığını vererek, bir taraftan da borç altında kalanların sergileyebileceği olumsuz davranışlara dikkat çekmiştir. Enes b. Mâlik de Resûlullah’a hizmet ederken onun sık sık şöyle dediğini bildirmektedir: “Allah’ım, sıkıntıdan, üzüntüden, borçların ağırlığından ve güç sahibi olan kişilerin haksızlığına uğramaktan sana sığınırım.” 

Borçlu yaşamaktan Allah’a sığınan Peygamberimiz (sav) ashâbından borç yükü altında ezilenlere ise Allah’a dayanmalarını, O’nun yardımına sığınmalarını öğütlemiştir. Nitekim Resûlullah (sav), yakasını bırakmayan borçlar yüzünden sıkıntı yaşayan ensardan Ebû Ümâme’ye, “Sana bir söz öğreteyim mi? Onu söylediğin zaman Allah (cc) kederlerini giderir ve borcunu ödeme imkânı sağlar.” buyurmuş, sabah ve akşam şu cümlelerle Allah’a sığınmasını tavsiye etmişti: “Allah’ım! Gam ve kederden sana sığınırım, çaresizlik ve tembellikten sana sığınırım, korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım, ağır borç altında kalmaktan ve güç sahibi olan kişilerin zulmüne uğramaktan sana sığınırım. ” Ebû Ümâme, Peygamberimizin öğrettiği bu cümlelerle Allah’a sığındıktan sonra hem kederinden kurtulduğunu, hem de kısa sürede borcunu ödeme fırsatı bulduğunu söylemektedir.

Kimseye muhtaç olmadan sağlıklı bir şekilde yaşama arzusunu dualarına yansıtan Sevgili Peygamberimiz (sav), hayatının acı bir felâketle son bulmasından da Allah’a sığınır ve şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Yıkıntı altında kalmaktan sana sığınırım, yüksek yerden düşmekten sana sığınırım. Suda boğulmaktan ve yangından sana sığınırım. Ölüm anında şeytanın gelip beni aldatmasından, senin yolunda savaş esnasında düşmandan kaçarken ölmekten ve zehirli hayvanların sokmasıyla ölmekten sana sığınırım.
 

Müslüman için sığınma bir varoluş ahlâkıdır; sadece tehlikelerden korunmaya bağlı bir eylem değildir. Muhtemel tehlikelere karşı en sıkı tedbirleri aldığı durumlarda bile, Müslüman, varlığın tek sebebi olan Rabbine sığınmayı ihmal etmez. Müminin bu tutumu, kâinata hükmeden Yüce Yaratıcı’nın (cc) izni dışında hiçbir şeyin olamayacağı inancıyla alâkalıdır. Bizzat Resûlullah (sav) torunları Hasan ve Hüseyin için “Her tür şeytandan, haşereden, kem nazardan Allah’ın tam kelimelerine (sonsuz iradesine ve hükmüne) sığınırım.” Sonra da, “Atanız İbrâhim de bu duayı oğulları İsmâil ile İshak için yapardı.” diye dua ederdi.

Bugün modern çağın insanının en büyük açmazı, Tanrı’dan uzaklaşarak kendini sığınaksız bırakmasıdır. Her türlü maddî imkâna ve en yüksek yaşam kalitesine sahip olmalarına rağmen bazıları için hayatın anlamını yitirmesi, buna paralel olarak zihinlerin intihara sürüklenmesi, bu açmazın en bariz göstergesidir. Üzüntü verici olan ise Allah’a inananların da kimi zaman böyle bir açmazın içine düşmesidir. Oysa sığınma, Yüce Yaratıcımızın gönlümüze yerleştirdiği güven içerisinde var kalabilme duygusudur. İstiâze, endişelerimizden, korkularımızdan, istemediklerimizden, her türlü kötülükten Allah’ın kudretine ve himayesine sığınmadır. O’ndan yardım talep etmedir. Ahlâklı olma, ahlâklı kalma çabasıdır. Sadece dilimizle Allah’ı anma ve O’na sığınma cümlelerini peş peşe sıralama değil, yalnız olmadığımızı gönlümüzün en derin yerinde hissetmedir. İstiâze, kendimizi, kulluğumuzu keşfetmenin aracıdır. Hayatımız ancak Allah’a yönelmekle, O’na iltica etmekle anlam kazanır.

Şu hâlde Müslüman kendisine en yakın olan Refîk-i A’lâ’ya/Yüce Dost’a sığınmalıdır. Bu sığınış, kulluğun en temel göstergesidir. Zira insan bununla hem kendi âcizliğini, güçsüzlüğünü hem de Allah’ın yüceliğini, kuvvet ve kudretini dile getirir. Dolayısıyla başta şeytan olmak üzere, onun karakterini taşıyan her tür varlığın kötülüğünden, içimize nüfuz edip bizi ayartmasından Allah’a sığınmak, kulluk vazifesinin bir parçasıdır. Bütün bunlardan sonra, Peygamber Efendimizin bize öğrettiği şu istiâze dilimizden eksik olmamalıdır:

“Allah’ım! Peygamberin Muhammed’in senden istediği hayırlı şeyleri biz de istiyoruz. Peygamberin Muhammed’in sana sığındığı kötü şeylerden biz de sana sığınıyoruz. Yardım sendendir ve varış sanadır. Güç ve kuvvet sadece senin yardımınladır.” 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları