Ayhan Tunca

FATİH HEYKELİ Mİ, ANIT MI? VE LOZAN ÖRNEĞİ!

Ayhan Tunca

Sözlükten, bir heykel tanımı:

“Taş, tunç, kil, alçı, bakır gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek ya da yoğurulup pişirilerek yapılan şekil.”

Evet!

Heykel denilen şey, sadece bir şekildir…

Birine, bir şeye benzetilir, oraya konulur…

***

Peki…

Anıt nedir?

“Büyük, önemli bir olayın ya da kişinin gelecek kuşaklarca tarih boyunca anılmasını sağlamak için, yapılan simge niteliğinde yapıt, abide.”

Demek ki neymiş!

Heykel ile anıt arasında dikkate değer bir fark varmış ki; bu durum, konumuz açısından birinci derecede belirleyicidir!

Şimdi biz, önce…

İkisi arasında seçim yapmak durumundayız ve hele…

Bu seçimde, belirleyici kişi, Fatih Sultan Mehmet olacaksa, mutlaka!

***

Ben mi?

Fatih’in söz konusu edildiği bir seçimde, hiç ikilemeden ve elbette anıt derim!

***

İyi de, bir anıt için yer seçimi yapılırken, öncelikli ve belirleyici tercih ne olmalıdır?

O anıt…

Anıt sahibi veya anıtın anlattığı olayla ve bu olayın yaşandığı mekân ile kucaklaşmalıdır!

Örnek mi?

Lozan Anıtı, son derece doğru bir örnektir!

Neden?

Çünkü çok muhteşem, derslerle dolu, öğreten bir öykü dile gelir onda…

***

Bu öyküde…

Karaağaç, Mudanya ile Yunan’a bırakılmıştır (11 Ekim 1922) ama…

24 Temmuz 1923’te,Lozan’da…

Ait olduğu Edirne’ye ve Türkiye’ye…

Yunan’ın verdiği zararları tazmin için, iade edilmiştir…

Elbette bu anıtın adı Lozan Barış anıtı olacaktır ve mimarı Tamer Başoğlu, kendi sanat anlatımıyla önümüze koymuştur  o  büyük öyküyü…

Öyle büyük bir öyküdür ki, burada dile gelen…

Size, sadece, anıt üzerindeki parçaları parmağınızla işaret etmek kalır…

***

Çok ilginçtir!

Bu şehirde gezdirmiş bulunduğum…

Binlerce konuk için, bendenizin son gezi noktası hep burası olmuştur ve gezenlerden daima alkış almışızdır buradaki anlatım sonrasında…

Niçin mi gelir bu alkış veya teşekkürler?

Çünkü…

Önce…

Önümüzde dizilmiş durumdaki konuklar, anıta bakarlar ama boş gözlerle…

Konuklar açısından…

Gariptir, baktıkları o yapı; anlaşılmazdır ve tuhaf!

***

En büyüğü 37 metre kadar olan o üç direkten başlarız söze ve en küçüğünün, Karaağaç’ı…

Orta büyüklükte olanın Trakya’yı ve giderek Türkiye’yi anlattığını belirttiğimizde yine o ses duyulur:

“Aaa! Meğer…”

Sürdürürüz…

Sonunda, anıttaki o direkler, çatılmıştır…

Bu, silahların çatılmış olmasıdır aslında ve durum, artık savaşın bittiğini söyler!

***

Ve bir türbansız Türk kadını,sol elinde güvercin tutar Lozan Anıtı’nın tam da orta yerinde ki…

Şakayla karışık derim:

“Bu karga neyin nesi?”

Önlerine aniden düşen bu soru ile önce, şaşkınca bakar konuklar!

Sonra ortak bir tepki:

“Olur mu canım! O bir güvercindir!”

Gülüşmeler…

***

İyi de neyi anlatır?

Barışıııı!

O üç direk, tüfekler yani, bir daire ile birleştirilmiştir ki; artık Türkiye vardır önünüzde…

O direklerdeki çıkıntıların tüfek tetikleri olduğunu belirttiğimizde ise, çok kere, bir kahkaha patlar grupta!

Vay canına sesleri duyarız…

***

İşte ben, bu yaşanmış örnekten hareketle…

Fatih için, böyle bir anıt isterim, Edirne’de!

Öyle ki; bu anıt Edirneli Fatih öyküsünü üstünde taşımakta olsun…

Onunla birlikte o yılların Edirne’sini!

***

Nerde mi olsun?

Ona, başka bir yazıda devam edeceğiz!

Yazarın Diğer Yazıları