
EDİRNE- KARAAĞAÇ VE MUDANYA'DAN LOZAN'A... 3
Ayhan Tunca
SON ÖYKÜ
Karaağaç'ın, Lozan'la biten son ve sonsuz kurtuluş öyküsü, Mudanya ile başlar...
Mudanya'da geri alınamamasına karşın...
Evet!
Kurtuluş Savaşı bitiminde gerçekleşen Mudanya Mütarekesi, Doğu Trakya ve Edirne'yi sonsuz kurtuluşa götürmüştür; ama Meriç'in ötesinde olsa da, yüz yıllardır Edirne'nin yanıbaşında bir mahallesi durumunda olan Karaağaç'ı, hayır...
Bir mahalle...
Ancak, ait olduğu şehirden çok ciddi kader farklılığı bulunan bir mahalle...
***
Mudanya Mütarekesi'ni getiren konferans, 3 Ekim 1922'de başladı; ama hiç kuşkusuz, o güne geliş asla kolay olmadı...
Olamazdı da...
Bir Kurtuluş Savaşı'dır sözü edilen...
Yedi düvele karşı...
Önce bunu anımsamalıyız;26 Ağustos'tan başlayarak...
Neden 26 Ağustos?
Mudanya'ya gelen, sonra Lozan'a giden, yolculuk o gün başlamıştır da, onun için...
***
Merhaba 26 Ağustos!
Gazi Mustafa Kemal, o sabah, Türk ordularına taarruz emrini verdi...
O,Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Garp Orduları Komutanı İsmet Paşa, Kocatepe'deydiler.
Saat beş buçukta başladı topçu ateşi...
***
Heey 30 Ağustos!
Biz bilmekteyiz ki; senin, öteki adın Başkumandanlık Savaşı'dır... Başkomutan Meydan Muharebesi desek te olur...
Sende yaşadığımız o Büyük Zafer'e "son meydan savaşı" adını ise, tarih baba verdi, biz değil...
***
Bir generalin deyimiyle:
"30 Ağustos zaferi, İstiklal Harbi'ni sonuçlandırmıştır...20. Yüzyılda bu muharebe kadar bir harbi bitiren başka bir meydan muharebesi örneği yoktur."
***
Yunan Başkumandanı, teslim olacak muhatap aramaktadır, tırım tırım...
Bir panik, bir inanmazlık ki, sormayın!
İşte Gazi...
Trikopis, soruyor aceleyle:
"Karıma sağ olduğumu bildirebilir miyim?"
Hayhay!
Sen, bizim konuğumuzsun...
***
1 Eylül 1922...
Emir Mustafa Kemal'den:
"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"
***
6 Eylül...
İstanbul'daki, Fransa, İngiltere ve İtalya'nın "fevkalade komiserlerinin" baş tercümanları Ankara'ya bildirdi ki:
"Yunanistan, İtilaf Devletleri aracılığı ile bir mütareke istemektedir..."
Hem de acele...
İtilaf Devletleri, bu görevi üstlenmişlerdir çünkü kan dökülmesine engel olup, tahribata son vermek gibi bir "iyi niyet" sahibidirler...
Güya...
***
Ertesi gün BMM Hükümeti bildirir:
"Mütareke teklifi incelenmek üzere Başkumandanlığa verildi..."
Verilsin!
Ordularımız, aldıkları o büyük emrin peşindedirler hala:
"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"
***
Haydi İzmir'e!
9 Eylül...
İzmir'in Hükümet Konağı'na, Yüzbaşı Şeref çeker bayrağımızı; Kumandanlık Dairesi'ne ise, Yüzbaşı Zeki...
Ya Kadifekale?
Reşat Bey de, bu noktada dalgalandıracaktır o muhteşem renkleri...
Derken...
İstanbul'un bütün gazetelerinde sekiz sütuna manşet:
"İzmir şehrinin teslimini müzakere için İzmir konsoloslukları en yakın Türk kıtalarıyla mülakat yeri tayin edilmesini talep eder..."
Başkumandan'dan bir yanıt:
"Telgrafınızı aldım... Mümessillerinizi İzmir Turgutlu yolu ile gönderiniz... Bir yanlışlığa meydan vermemek için otomobillerinize beyaz bayrak çekmelisiniz..."
Ve ayni gün bir telsiz, tüm dünyada, tura çıkmıştır:
"Türk atlıları bugün 9 Eylül Cumartesi, öğleden evvel saat on bir buçukta, halkın sevinç göz yaşları arasında İzmir'e girdi!"
***
26 Ağustos'tan 9 Eylül'e...
Bir şafak vakti başlayan taarruzunu 15 günde tamamlayan ordu,200 bin kişilik Yunan ordusunu mahvetmiştir...
Aman Yarabbi!
Tanışan ve tanışmayanlar birbirine sarılmakta, öpüşmektedirler artık...
Gösteriler...
Coşku...
Fener alayları...
Ülkenin her yerinde, bütün noktalarında...
Bir sel oldu insanlar...
İşgal kuvvetlerinin kumandanı şaşkındır...
Müttefikler adına bir bildir yayınlar:
"Sakin olun!"