Ayhan Tunca

EDEKÖY ŞEHİTLİĞİ'NDEN NE HABER?

Ayhan Tunca

 

Bendenizi sık sık arayan (bir Meriç zenginliği olduğumuzu söyleyerek onurlandıran) Meriç Kaymakamı’nın, bu beldeden tayin nedeniyle ayrılırken veda edeceğini ummuştum doğrusu…

Hareketliydi, çabaları oldu ve Nasuhbey dallığı için de kendisi ile hem sık görüştük, hem de bu köşede defalarca yazı yazdım…

Övdüm…

Fakat en önemlisi şuydu ki; bu kaymakam, Edeköy’ün yaşadığı o kıyım ile ilgili yazdıklarımdan çok etkilenmiş, insanlarımızın yakıldığı okul ve kahvehane alanında (şimdilerde bu alanlar pirket ile çevrilidir) bir şehitlik yapılması önerimizi severek kucaklamıştı…

Köy muhtarları ile ilçede yaptığı bir toplantıya ben de davetliydim ve o toplantıda alınan karara göre, muhtarlarla topluca Edeköy’deki kıyım alanına gidilecek, bendeniz orada olayın tarihine ilişkin bir konuşma yapacaktım… (Bu programın diğer bölümünde köylere geziler de vardı…)

Sonra ne olduysa (köyde söylenenlere göre, o ara Vali gelmişti köye) söz konusu toplantı yine yapılmıştı ama Ayhan Tunca çağrılmamıştı…

Eee!

Ne de olsa…

AKP yıllarındaydık ve Ayhan Tunca, iflah olmaz bir muhalifti…

Neticede şehitlik konusu, Ermeni tehciri türünde bir sömürüye alet edileceği gerekçesiyle (köyde bu tür bir yorum yapıldı) gündemden çıkarılmış, Genelkurmay söz konusu kıyımla ilgili bilgi vermemişti…

Bana sorarsanız vermemek değil de verememişti…

Sonuç mu?

Kim ve hangi kaymakam ne yaparsa yapsın, Kadıdondurma bu konuyu gündemde tutmayı bilmeli ve bu olayın unutturulmaması için elinden geleni yapmayı sürdürmelidir…

Bendeniz hayatta kaldığım sürece bu konuyu işlemeyi sürdüreceğim ki, bu bizim için bir ahlaki sorumluluktur da…

***

Kadıdondurma’da mı?

Gazetemiz (Edirne Haber) orda kahvecilik yapan, çocukluk yıllarımızdan ve ortak arkadaşlıklarımızdan gelen şakalaşmalarla her fırsatta takıldığımız, arkadaşımız Mehmet Ali Daltaban’a da gider…

“Okuyor musun oğlum” diye sordum takılarak “okumam mı yahu” diyerek yanıtladı…

Eh!

Ben onun yalancısıyım!

***

Mehmet Ali’nin getirdiği çayları yudumlarken, yoldan geçmekte olan Ahmet Türker saptı yanımıza…

O,köydeki en sevdiklerimdendi ve siyasal duruşuna güvendiklerimden…

Ama o ne!

Kendisine sürekli olarak Mehmet diyerek hitap etmekteydim ve sonunda uyarırcasına düzeltti:

“Mehmet değil, Ahmet!”

Köyde sadece 84 oy alabilmişti AKP ve bunca maddi çıkar sağladığı yukarı mahalleli köylülerden, artık yevmiyeci bile bulmak olanaksızdı…

Onlar, AKP desteği ile (bankada hesabında parası olanların kendi paralarını çekmekten bile kolay biçimde, asla beklemeksizin) “yardım” türü paralar almaktaydılar…

***

Köyün en yaşlısı, en çalışkanı Hikmet Yoldaş’ın ısmarladığı kahveleri yudumladık…

Yoldan yürüyen muhtar Müjdat Uludağ’a el attık…

Köy okulu kapanmıştı çoktan ve yıllarca önce kurulmasına ön ayak olduğum Çocuk Kütüphanesi de önümüzdeki günlerde Meriç’e taşınacaktı…

Muhtar, okul yerini düğün evine dönüştürmüştü ve uygun yerine köyün tarihçesini koymak istiyordu ki, talep ettiği yardım sözü verdim…

Az önce ziyaret ettiğimiz ve neredeyse tamamına yakınının tanıdıklarımızdan oluştuğunu şaşırarak gördüğümüz mezar taşlarını selamladığımızı da söyleyerek, temiz ve düzeni nedeniyle muhtarı kutlayıp teşekkür ettik…

Hüseyin Kalyoncu sonrasında, akrabalığımızı asla unutmayan Bülent Uluışık saptı…

***

Ayni gün, memleketimden ayrılırken çok düzenli duruma getirilmiş olduğunu sevinerek gözlediğim mezarlıkta anamla babamın mezarlarında el açtım…

Çok özlemiştim onları çok!

 

Yazarın Diğer Yazıları