''Son Mektup''
Çanakkale Savaşı'nda annesine yazdığı mektupla dünyanın tanıdığı Hacıabdullahlı Şehit Muallim Ethem'in hayatı belgesele konu oldu.
Çanakkale Savaşı'nda annesine yazdığı mektupla dünyanın tanıdığı Hacıabdullahlı Şehit Muallim Ethem'in hayatı belgesele konu oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle çekilen ve Tolga Çelikkanat'ın yönetmenliğini üstlendiği 30 dakikalık belgeselde, hukuk eğitimi alırken gönüllü olarak Çanakkale Savaşı'na katılan ve ''Edebi Şaheser'' olarak tanımlanan annesine yazdığı mektupla tanınan şehit Muallim Ethem'in hayatı anlatılıyor.
Yönetmen Tolga Çelikkanat, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çekimlerin bir kısmının şehit Muallim Ethem'in doğduğu Niğde'nin Hacıabdullah beldesinde yapıldığını bildirdi.
Divrin Ovası'nda ''Şehit Muallim Ethem'' adı verilen şehitlikte, AK Parti Niğde eski milletvekili İsmail Göksel tarafından Hacıabdullah beldesinde yaptırılan Şehit Muallim Ethem büstü önünde ve Çanakkale Savaşı'nın gerçekleştiği mekanlarda da çekimlerin yapıldığını belirten Çelikkanat, ''Çanakkale'de çekilen bölümlerde canlandırma yöntemi kullandık. Şehit Muallim Etmeh'in savaş esnasında bir ağacın gölgesinde annesine mektup yazdığı yeri canlandırdık. Çanakkale ve Hacıabdullah köyünden de görüntüler var'' dedi.
-MEKTUBUN BİR ÖRNEĞİ DE AVUSTRALYA'DA-
Şehit Muallim Ethem'in son mektubunun bir örneğinin Avustralya'da olduğunu belirten Tolga Çelikkanat, ''Böyle edebi bir şaheseri arzetmekle, tarihimize ne kadar sahip çıkmamız gerektiğini anlıyoruz. Tarihimizdeki kahramanları, tarih sayfalarına altın harflerle işlememiz gerekiyor. Maden bulur gibi, kahramanlarımızı bulup, kahramanlıklarını anlatmamız, yüceltmemiz gerekiyor. Dünya bizim kahramanlarımıza bizden önce sahip çıkıyor. Onlardan önce biz sahip çıkmalıyız ve biz duyurmalıyız'' diye konuştu.
Şehit Muallim Ethem'in, Çanakkale Savaşı sırasında annesine yazdığı mektubun, hem edebi bir şaheser hem de kahraman Türk askerinin o zorlu şartlardaki ruhsal yapısının bir göstergesi olduğunu vurgulayan yönetmen Çelikkanat, şöyle devam etti: ''Muallim Ethem hukuk eğitimi alırken, gönüllü olarak Çanakkale Savaşı'na katılmıştır. Ağabeyleri savaştayken kendisinin okuyor olması nedeniyle askerlikten muaf olmasına rağmen, 'Ağabeylerim savaşıyorsa ben de savaşırım' diyerek, cepheye koşmuştur. Annesine savaş ortamında yazdığı mektubunda ise savaş alanını bir cennet bahçesi gibi tasvir etmiş, kendisinin de çok mutlu olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bunu annesini rahatlatmak için yazmıştır. Biz aynı zamanda bu çok önemli mektubun edebi yönünü de irdeledik ve belgeselimizde buna da değindik.''
Çelikkanat, tam adı ''Niğde'nin Hacıabdullah beldesinden Çanakkale'ye uzanan bir Kahramanlık Öyküsü-Şehit Muallim Ethem'' olan belgeselin çekimlerinin tamamlandığını, 30 dakikalık belgesenin son rötuşlarının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığına teslim edileceğini açıkladı.
AK Parti Niğde eski Milletvekili İsmail Göksel de kendisinin de şehit Muallim Ethem'in doğduğu Hacıabdullah beldesinde doğduğunu belirterek, ''Şehit Muallim Ethem henüz Hukuk Fakültesi öğrencisiyken askere gitmiş, vatanı için her şeyi arkasında bırakmıştır. Onun hayatı bende de çok büyük etki yaratmıştır. Ben de azim ederek askeri eğitim aldım ve hukuk fakültesine girdim. Ben onun hayatını rehber edindim'' dedi.
-ŞEHİT MUALLİM ETHEM-
Şehit Muallim Ethem, Hasan ve Zeynep çiftinin 4 oğlundan biri olarak Niğde'nin Hacıabdullah köyünde 1892 yılında doğdu. Dindar ve vatansever bir çocuk olarak büyüdü ve en büyük ideali öğretmen olup vatanı için faydalı nesiller yetiştirmek idi. Hem öğretmen olarak hem de hukuk eğitimi almak istiyordu.
İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyken aynı zamanda Beyazıt'taki Numune Mektebi'nde öğretmenlik yapan Muallim Ethem, 1915'te 25 yaşında gönüllü yedek subay olarak, Çanakkale'ye savaşa gitti. Muallim Ethem, Mustafa Kemal'in yarbay rütbesi ile komuta ettiği 57'nci Alay'da görevlendirildi. Muallim Ethem'in subay olan kardeşi Ahmet Halit de Çanakkale'de görevliydi. Muallim Ethem, 19 Mayıs'ta sabaha karşı düşmana yapılan taarruzda kendi taburunun en önünde düşman siperlerine saldırırken şehit oldu.
-MUALLİM ETHEM'İN ANNESİNE YAZDIĞI SON MEKTUP-
''Dört asker doğurmakla iftihar eden şanlı Türk annesi!
İçinden öğüt alınacak mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının altında otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim, güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni müjdeliyorlardı. Gözlerimi sola çevirdim, çiğil çiğil akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsinin benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sevdasıyla beni müjdeliyor ve duygularıma ortak olduğunu ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri, 'Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz' dedi. Pekala, dedim, aldım baktım sütlü çay. Mustafa, 'bu sütü nereden aldın' dedim. 'Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayla giden sürü yok mu- İşte onun çobanından 10 paraya aldım' dedi.
Valideciğim, 10 paraya 100 dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu- 'Şevket neden içmiyor-' dedim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu, 'Validen kaderine küssün, ne yapalım... O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi...' Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Şevket'le, Hilmi'de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli bir ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün varlıklar onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaatle namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim, ey Alemlerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halik'ı! Sen bütün bunları bu Müslüman Türk milletine verdin. Yine onlarda bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan bu millete mahsustur.
Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, ismi Celali'ni İngilizler'e ve Fransızlar'a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya bütün bütün mahveyle diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mutlu bir kimse tasavvur edilemezdi.
Valideciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkar da bizi de götürürler, bir düğün yaparız olmaz mı-
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet ve saireyi kimselere katiyen vermeyin ve sorarlarsa, 'biz bilmiyoruz' deyin. Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem. Paralarım duruyor, Allah razı olsun.
04 Nisan 1915
Oğlun, Hasan Ethem''
Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle çekilen ve Tolga Çelikkanat'ın yönetmenliğini üstlendiği 30 dakikalık belgeselde, hukuk eğitimi alırken gönüllü olarak Çanakkale Savaşı'na katılan ve ''Edebi Şaheser'' olarak tanımlanan annesine yazdığı mektupla tanınan şehit Muallim Ethem'in hayatı anlatılıyor.
Yönetmen Tolga Çelikkanat, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çekimlerin bir kısmının şehit Muallim Ethem'in doğduğu Niğde'nin Hacıabdullah beldesinde yapıldığını bildirdi.
Divrin Ovası'nda ''Şehit Muallim Ethem'' adı verilen şehitlikte, AK Parti Niğde eski milletvekili İsmail Göksel tarafından Hacıabdullah beldesinde yaptırılan Şehit Muallim Ethem büstü önünde ve Çanakkale Savaşı'nın gerçekleştiği mekanlarda da çekimlerin yapıldığını belirten Çelikkanat, ''Çanakkale'de çekilen bölümlerde canlandırma yöntemi kullandık. Şehit Muallim Etmeh'in savaş esnasında bir ağacın gölgesinde annesine mektup yazdığı yeri canlandırdık. Çanakkale ve Hacıabdullah köyünden de görüntüler var'' dedi.
-MEKTUBUN BİR ÖRNEĞİ DE AVUSTRALYA'DA-
Şehit Muallim Ethem'in son mektubunun bir örneğinin Avustralya'da olduğunu belirten Tolga Çelikkanat, ''Böyle edebi bir şaheseri arzetmekle, tarihimize ne kadar sahip çıkmamız gerektiğini anlıyoruz. Tarihimizdeki kahramanları, tarih sayfalarına altın harflerle işlememiz gerekiyor. Maden bulur gibi, kahramanlarımızı bulup, kahramanlıklarını anlatmamız, yüceltmemiz gerekiyor. Dünya bizim kahramanlarımıza bizden önce sahip çıkıyor. Onlardan önce biz sahip çıkmalıyız ve biz duyurmalıyız'' diye konuştu.
Şehit Muallim Ethem'in, Çanakkale Savaşı sırasında annesine yazdığı mektubun, hem edebi bir şaheser hem de kahraman Türk askerinin o zorlu şartlardaki ruhsal yapısının bir göstergesi olduğunu vurgulayan yönetmen Çelikkanat, şöyle devam etti: ''Muallim Ethem hukuk eğitimi alırken, gönüllü olarak Çanakkale Savaşı'na katılmıştır. Ağabeyleri savaştayken kendisinin okuyor olması nedeniyle askerlikten muaf olmasına rağmen, 'Ağabeylerim savaşıyorsa ben de savaşırım' diyerek, cepheye koşmuştur. Annesine savaş ortamında yazdığı mektubunda ise savaş alanını bir cennet bahçesi gibi tasvir etmiş, kendisinin de çok mutlu olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bunu annesini rahatlatmak için yazmıştır. Biz aynı zamanda bu çok önemli mektubun edebi yönünü de irdeledik ve belgeselimizde buna da değindik.''
Çelikkanat, tam adı ''Niğde'nin Hacıabdullah beldesinden Çanakkale'ye uzanan bir Kahramanlık Öyküsü-Şehit Muallim Ethem'' olan belgeselin çekimlerinin tamamlandığını, 30 dakikalık belgesenin son rötuşlarının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığına teslim edileceğini açıkladı.
AK Parti Niğde eski Milletvekili İsmail Göksel de kendisinin de şehit Muallim Ethem'in doğduğu Hacıabdullah beldesinde doğduğunu belirterek, ''Şehit Muallim Ethem henüz Hukuk Fakültesi öğrencisiyken askere gitmiş, vatanı için her şeyi arkasında bırakmıştır. Onun hayatı bende de çok büyük etki yaratmıştır. Ben de azim ederek askeri eğitim aldım ve hukuk fakültesine girdim. Ben onun hayatını rehber edindim'' dedi.
-ŞEHİT MUALLİM ETHEM-
Şehit Muallim Ethem, Hasan ve Zeynep çiftinin 4 oğlundan biri olarak Niğde'nin Hacıabdullah köyünde 1892 yılında doğdu. Dindar ve vatansever bir çocuk olarak büyüdü ve en büyük ideali öğretmen olup vatanı için faydalı nesiller yetiştirmek idi. Hem öğretmen olarak hem de hukuk eğitimi almak istiyordu.
İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyken aynı zamanda Beyazıt'taki Numune Mektebi'nde öğretmenlik yapan Muallim Ethem, 1915'te 25 yaşında gönüllü yedek subay olarak, Çanakkale'ye savaşa gitti. Muallim Ethem, Mustafa Kemal'in yarbay rütbesi ile komuta ettiği 57'nci Alay'da görevlendirildi. Muallim Ethem'in subay olan kardeşi Ahmet Halit de Çanakkale'de görevliydi. Muallim Ethem, 19 Mayıs'ta sabaha karşı düşmana yapılan taarruzda kendi taburunun en önünde düşman siperlerine saldırırken şehit oldu.
-MUALLİM ETHEM'İN ANNESİNE YAZDIĞI SON MEKTUP-
''Dört asker doğurmakla iftihar eden şanlı Türk annesi!
İçinden öğüt alınacak mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının altında otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim, güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni müjdeliyorlardı. Gözlerimi sola çevirdim, çiğil çiğil akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsinin benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sevdasıyla beni müjdeliyor ve duygularıma ortak olduğunu ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri, 'Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz' dedi. Pekala, dedim, aldım baktım sütlü çay. Mustafa, 'bu sütü nereden aldın' dedim. 'Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayla giden sürü yok mu- İşte onun çobanından 10 paraya aldım' dedi.
Valideciğim, 10 paraya 100 dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu- 'Şevket neden içmiyor-' dedim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu, 'Validen kaderine küssün, ne yapalım... O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi...' Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Şevket'le, Hilmi'de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli bir ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün varlıklar onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaatle namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim, ey Alemlerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halik'ı! Sen bütün bunları bu Müslüman Türk milletine verdin. Yine onlarda bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan bu millete mahsustur.
Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, ismi Celali'ni İngilizler'e ve Fransızlar'a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya bütün bütün mahveyle diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mutlu bir kimse tasavvur edilemezdi.
Valideciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkar da bizi de götürürler, bir düğün yaparız olmaz mı-
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet ve saireyi kimselere katiyen vermeyin ve sorarlarsa, 'biz bilmiyoruz' deyin. Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem. Paralarım duruyor, Allah razı olsun.
04 Nisan 1915
Oğlun, Hasan Ethem''